“OYNAYA OYNAYA GELİN ÇOCUKLAR”

Yapılan bütün tanımlamalardan öte bir şeydir oyun. Tohumları ta bebeklikte atılır. Sadece çocuklar oyun oynar, oyunu sadece onlar anlar dersek, haksızlık etmiş oluruz dünün çocuklarına. Eğer oyun sadece çocuklara ait olsaydı, yetişkin insanları lunaparklarda çarpışan arabalara binerken göremezdik. Ya da kahvehanelerimiz emeklilerimize ikinci mesken olmazdı. Demek ki hangi yaşta olursa olsun, insanın kopamadığı bir şey bu oyun… Belki de zamanında doyurulmazsa bu ihtiyaç, ileriki yaşlara kolayca sarkabiliyor. Bazılarının ilerlemiş yaşlarına rağmen yaptıkları çocuklukları şaşkınlıkla izliyoruz bazen…

Sadece çocuklar oynamaz ama oyun, en çok çocuğa yakışır. Oynamalı çocuk… Oynadığı oyunla toplumu yansıtmalı, rol yapmalı, model almalı, model olmalı, içindekileri yansıtmalı. Oyuna basit bir çocuk meşgalesi olarak değil de çocuğun kendini ifadesi olarak bakılmalı…

Ve oyun rahatlatmalı insanı. Mutlu etmeli, oyun sona erdikten sonra tadı damağında kalmalı. Oynarken, hiç fark etmeden yeni şeyler katabilmeli benliğine. Oyuna denek olmaktansa yeni şeyler denemeli…

Hatırlayın şimdi çocukluğunuzun oyunlarını. Yağ satarım, bal satarımları, ip atlamaları, istopları, 9 kiremitleri, yakartopları, evcilikleri, seksekleri … Nasıl da zevkle toplanırdınız mahalledeki çocuklarla. Sıcak yaz günlerinde, ikindiden sonra sokağa çıkar; akşam karanlığına kadar oyunun tadını çıkarırdınız. Bazen ebe siz olurdunuz, kovalardınız tazı gibi koşan arkadaşlarınızı; bazen de onlar sizi yakalardı. Sicim sicim terlemenize inat, daha bir hırslanırdınız ve hızlanırdınız.

Yemek zamanı geldiğinde yorgun argın eve döner, babalarınızı evde karşılardınız. Teriniz soğuduktan sonra duş alır, ailece sohbete koyulurdunuz. Bazen konu komşu gelir, sohbete tat katılırdı.

Şimdi ne sizin zamanınızdaki oyunlar var ne de eskinin tadı… Çocuklarımız apartman dairelerine hapsolmuş durumdalar. Sokağa çıkıp oynasalar iyi amma, sokaklar tamamıyla yol olmuş durumda. Hem ben çocuğuma güveniyorum da çevreye güvenemiyorum ki. E çocuğa da yazık tabi. O küçük odasını oyun bahçesine çevirmek için biz de çareyi odasına telefon, bilgisayar koymakla bulduk. İzledikçe izledi, ne annesinin yemeğe çağırdığını duydu, ne de babasının işten geldiğini. Oynadıkça oynadı. Saatlerce… Hiç başından kalkmadan. Hareket etmeyen çocuklarımız, arkadaşlıkların tadını unuttukları gibi, sağlıklarından da oldular.

Nihayet yeni bir açılımla çocuklarımızı sportif faaliyetlere yönlendirmeye başladık. Terleyerek stres atabilecekleri oyunların farkına vardık. Masa başı oyunlardan daha zevkli oyunları fark ettirdik. Onlar da kendi hobilerini keşfettiler. Sosyal ve kültürel faaliyetlerle yeniden üretmeye, yaşlarından-boylarından büyük projelere imza atmaya başladılar. Oynayarak öğrenmeyle yola çıkmışlardı, artık öğrenirken oynuyorlar. Bir şeyler başarabildiklerini görünce derslerden de zevk almaya başlıyorlar.

Oyun sadece çocuğu avutan bir uğraşı değildir. Her yaşta insanlara bir şeyler öğretir, öğrenmeyi sevdirir, üretkenliğe sürükler. Her yaşta çocuğun yaşına uygun oyunlar bulunmalı ve oyun amacına uygun olarak evlerimizde kullanılmalıdır. Oyun en kısa tabirle, çocukla aramızdaki iletişim aracıdır. Çocuğumuzun anlattıklarını duyabilmek için onların oyunlarına katılmalıyız.  
© 2024, Çalışkan Akademi